Turkce-Alem
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

ZİYARETÇİ [Mc_StyleT]

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
Mc_StyleTSitemize Hoş Geldiniz Bol Eğlenceler
Deneme ModeratörDeneme Moderatör
Mc_StyleT
¦ÜYENİN BİLGİLERݦ
Cinsiyet: Erkek
Yaş : 31
Nerden : Ankara
Kayıt tarihi : 08/03/09
Mesaj Sayısı : 115
Rep Puanı: 1115
ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] Vide
MesajKonu: ZİYARETÇİ [Mc_StyleT] ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] EmptyPaz Mart 08, 2009 12:48 pm

ZİYARETÇİ



Saat akşamın yedisi. Sonbahar akşamının serinliği yüzüme çarpıyor, içimi tatlı bir sarhoşlukla dolduruyordu. Her sonbaharda içime çöken hüzün ve sıkıntı, bugün beni terk etmiş gibiydi. Kendimi, uzun zamandır hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Nedenini bilemediğim, hatta yabancısı olduğum neşeli bir ruh hali içindeydim bu akşam. Torbamda bir şişe kırmızı şarap, biraz çikolata ve üç buçuk saatlik bir film… Bu akşam hiçbir şeyin huzurumu bozmasına izin vermeyecektim.
Adımlarımı hızlandırıp evin sokağına yöneldim. Karşıdan kendi dairemin ışıklarına baktım. Eve hava karardıktan sonra döneceksem, ışıkları mutlaka açık bırakırım. Karanlık bir eve girmekten hoşlanmam. Gerçi evden pek sık çıktığım da söylenemez ya. Selim böyle yapmamamı söylüyor. Daha sık insan içine karışmalıymışım, iyi gelirmiş bana. Oysa yalnızlığımı severim ben. Selim gelir arada bir, çay yaparım ona, oturup sohbet ederiz. Gazete getirir bazen, birlikte okur, tartışırız. Sevgili miyiz? Bilmiyorum. Ama onu gördüğüme hep sevinirim. Öyle evde bir insan aradığımdan falan değil. Selim’le zaman geçirmekten hoşlanırım sadece.
Anahtarımı hazırlayarak apartmanın merdivenlerini hızla çıktım. Kapıcı ortalıkta yoktu; binanın kapısı aralıktı. İçimden ani bir öfke dalgasının yükseldiğini hissettim. Sorumsuz insanlar, bir türlü öğrenemediler bu kapının kapalı durması gerektiğini. Selim olsa şimdi, gülerek “öfkeni daha önemli şeylere sakla” derdi. Haklı sanırım, keyfimi kaçırmamalıyım bu akşam. Asansörün düğmesine bastım; hiç ışık yok. Bu akşam bir şeyler ters gidiyor. Şimdi beş katı yürüyerek çıkacağım. Merdivenlere yöneldim. Hayret, hiçbir daireden gürültü gelmiyor. Neşeli insanlar ve gürültücü çocuklar yaşar halbuki bu apartmanda. Hemen hiç birini tanımam ya, seslerini duyarım hep. Niye bu kadar güldüklerini, neden bu kadar yüksek sesle konuştuklarını hiç anlamam.
Fakat bu akşam bir tuhaflık var bu binada. Ayakkabılarını ya da leş gibi kokan çöplerini de bırakmamışlar kapılarının önüne. Kapıcı mı topladı yoksa çöpleri. Ama o da bu saatte gelmez. İçimde bir huzursuzluk hissetmeye başladım. Sanki yanlış giden bir şeyler vardı. Keşke hiç çıkmasaydım evden! Yok, bu da saçma olurdu. Hastalıklı bir düşünce; Selim olsa böyle derdi.
Nihayet kendi katıma geldim. İçimde nedensiz bir tedirginlikle kapıyı açıp, içeri girdim. İyi ki ışıkları açık bırakıyorum. Dönüp kapıyı kapatmak üzereyken, bir an, kısacık bir an, tuhaf bir ses duydum; ya da belki duymadım da hissettim. Hani bazen nereden anladığınızı açıklayamasanız da birden yalnız olmadığınızı anlarsınız ya, öyle bir şey işte. Selim burada olsaydı keşke… Olduğum yerde donakaldım. Korkunun dalga dalga bütün vücuduma yayıldığını hissediyordum. Başım dönüyor, kulaklarım uğulduyordu. Salonda biri vardı, biliyordum bunu. Dönüp kaçabilirdim; kapıdan hızla fırlayıp merdivenleri koşarak inerken “imdat!” diye seslenebilirdim de hatta. Oysa orada çakılıp kalmıştım. Ne kadar bekledim bilmiyorum. Sonunda karşısına çıkmaya karar verdim. Yavaşça üç adım atıp salonun kapısında durdum. İçeriyi göremiyordum, ama artık O’nun geldiğini biliyordum. Az önceki korkum yerini, bilindik, eski bir tedirginliğe, midemden çıkıp beynimi zonklatan bir bulantıya bırakmıştı. Hiç düşünmeden, usulca,
-Geldin mi? diye sordum.
-Hep orada mı duracaksın? İçeri gelsene.
Aynı ses… yine o kendinden emin, rahat, biraz küstah ses. Ani bir kararla salona girdim. Tam tahmin ettiğim gibi, karşımdaki kanepede oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, biraz tepeden bakan bir tavırla süzüyordu beni. Fazla değişmemişti; saçlarını yine başının tepesinde toplamış, gülümseyen bir yüzle, ama delici bakışlarla bakıyordu bana. Tam karşısında durdum. Kısa bir an birbirimizin gözlerine baktık.
-Neden geldin Selma? diye sordum. Sesim daha güçlü çıkıyordu şimdi. Saçma bir soru sormuşum gibi güldü,
-Neden mi? Uzun zaman oldu…seni görmek istedim.
-Ben... artık seni görmek istemiyorum. Bu bana zarar veriyor... biliyorsun.
Alaycı bir şekilde karşılık verdi:
-Arkadaş olduğumuzu sanıyordum.
-Değiliz. Bu yüzden...
Aldırmadan devam etti,
-En son ne zaman görüşmüştük? Geçen yıldı, değil mi?
Bakışlarını etrafta gezdirdi,
-Yaşantında pek de bir şey değişmemiş. Rahatın yerinde görünüyor her zamanki gibi.
Cevap vermedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Söyleyeceğim her şey, bu konuşmayı ve onun buradaki varlığını daha da uzatacaktı. Buraya her gelişinde neler olduğunu düşünmek bile korkumun yeniden içimde kabarmaya başlamasına neden oluyordu. Oysa korkak görünmemeliydim onun karşısında.
Sanki düşüncelerimi okumuş gibi gülümsedi,
-Benden korkmana gerek yok. Sana ne yaptım ki ben?
Benimle alay ediyordu. Onun bu, masum rolüne bürünüp oynadığı “ben ne yaptım ki?” oyununu iyi biliyordum.
-Her ne ise, dedim güçlü görünmeye çalışarak, geldin... ve artık gitsen iyi olur.
Bir an bakışları değişti,
-Biraz sohbet etmemiz gerekmez mi sence de... iki arkadaş gibi... eskilerden söz edebiliriz örneğin!
Oyun oynuyordu benimle. Bunu eskiden de yapardı; korkunç, acımasız bir oyuna başlamıştı yine. Oturduğu yerde öne doğru eğildi ve sesini alçaltarak,
-Kaç yıl geçti o olayın üzerinden? Beş yıl mı?
Alçak sesle konuşması tedirginliğimi daha da arttırıyordu. Bunun farkındaydı ve bu ona daha fazla zevk veriyordu.
-Neler yaptın, nasıl yaşadın bu beş yılda?
Soru sormuyordu aslında; nasıl yaşadığımı biliyordu. Hesap sormaya gelmişti yine. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Kendimi savunmalıydım. Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Onun karşısında her zaman yenik düşmüştüm ve bu konuşmanın varacağı nokta korkutuyordu beni. Çıkıp gitmeyi düşündüm. Fakat bunu daha önce de denemiş ve hiç yapamamış olmam cesaretimi kırıyordu. Selma’ysa dikkatle beni izliyor, her hareketimi, her mimiğimi inceliyordu. Gözlerini kısıp, suçlayıcı bir tonla,
-En son ne zaman o gece olanları düşündün? Diye sordu.
-Ne demek istediğini anlamıyorum.
-Anlamıyorsun elbette! Şu yalnız, huzurlu, dünyanın bozuluvermesinden korkuyorsun. Öyle bir denge kurmuşsun ki kendine, belleğini boş tuttuğun sürece her şey tıkır tıkır işliyor. Hiçbir şey olmamış gibi... hiçbir bedel ödemeden!
-Benden ne istiyorsun? Neden geldin buraya? Neden bugün?
Sorular daha ağzımdan çıkarken saçma ve anlamsız geliyordu kulağıma.
-Bugün tam beş yıl oldu çünkü. Hatırlamıyorsun o tarihi değil mi?! Bunun için geldim işte. Hatırlaman gereken şeyleri hatırlatmak için. Sonrası... sonrası sana kalmış artık.
Yüzümdeki kasların oynamaya başladığını hissettim. Dikkatle yüzüme bakıyor, gözlerini ayırmıyordu. Ne yapmaya çalıştığını biliyordum. İtiraz etmeli, kendimi savunmalıydım. Beni ele geçirmesine izin vermemeliydim. Bir anda sözcükler ağzımdan dökülüverdi,
-Benim suçum değildi, dedim.
-Senin suçundu! Biliyorsun!
-Hayır... sadece bir kazaydı... kimseye zarar vermek istemedim.
-Kimse umurunda değildir ki senin! Kimseyi sevemezsin sen! Böyle bir yeteneğin yok!
Ellerimle kulaklarımı kapattım; onu dinlememeliydim.
-Sus! diye bağırdım, git buradan!
-Sen de hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam et, öyle mi?!
Gücüm gitgide tükeniyordu... ne dediğimin farkında bile olmadan yalvardım,
-Benim suçum değildi... birdenbire oldu… birden çıktı önüme… frene bastım… durdum, biliyorsun… ama o kadar ani oldu ki… benim suçum değildi…
-Önüne birden çıktı, çünkü seni durdurmaya çalışıyordu. Seni durdurmaya ve arabadan indirmeye çalışıyordu. Onu görmedin bile, çünkü burnunun ucunu dahi göremiyordun!

***

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Orada öyle karşılıklı oturuyorduk. Selma susmuş, delici bakışlarını üzerime dikmiş, hiçbir hareketimi kaçırmadan beni izliyordu. Kafam karışmıştı; gözümün önüne bulanık, parça parça görüntüler geliyordu. Bir anlam veremiyordum bunlara; bir şey, anlamama engel oluyordu. Geceydi... koşuyordum... ben miydim yoksa başka biri mi? Yanımdan otomobiller geçiyordu hızla. Işıkları gözlerimi alıyordu. Bir arabanın içindeydim sonra. O ben miydim ki? Biri bağırıyordu... tanıyamıyordum... Birden bir şeye çarptım. Korkunç bir sarsıntı... tüm vücudumun, tüm hücrelerimin sarsıldığımı hissettim... sarsıntının şiddetiyle dağılıp yokolmaya başladım sanki... Sonra bulanıklaştı yine her şey... karanlık...
Nefes almakta zorlandığımı hissettim. Biri boğazımı sıkıyor gibiydi. Yerimden kalkıp camın önüne gittim. Balkon kapısını açtım. Dışarının serin sonbahar havası yüzüme çarptı. Selma sakin, dikkatle beni izliyordu. Sonra aynı sakinlikle konuşmaya başladı:
-Ölmeyi hakketmiyordu O , dedi, O, kendinden başka kimseyi sevemeyen, sefil bir alkolik değildi. Ölmesi gereken sendin.
Yavaş yavaş beni ele geçiriyordu. Sözleri beynimde yankılanmaya başladı. Dursun ve bitsin istiyordum artık. Sessizlik... sadece sessizlik istiyordum.
-Lütfen git! Diye yalvardım, lütfen...
Birden sesini yükseltti:
-Benden kaçamazsın! Ne kadar unutmaya çalışırsan çalış, hep karşına çıkacağım senin! Yapman gerekeni yapmayı becerebilene kadar hep karşında bulacaksın beni!
Başımı kaldırıp yüzüne baktım; acımasız bakışlarını gözlerime dikmişti. Acı çekmem ona zevk veriyordu. İçimden son bir direnme isteği yükseldi. Hayatıma bu şekilde dalıp her şeyi yoketmesine izin veremezdim. Onun istediğini yapmayacaktım. Ayağa kalktım ve kararlı olmasına çalıştığım bir sesle,
-Bu kadarı yeter! Dedim, artık gitmelisin. Az sonra Selim gelecek, seni burada görmesini istemiyorum. Selim geldiğinde...
Bakışları karşısında devam edemedim. Bu kez tiksintiyle baktı bana; sanki öfkelenmeye bile değmeyecek, zavallı bir yaratıkmışım gibi… Bakışlarının altında eridiğimi, direncimin yok olduğunu hissettim. Gözlerim kararmaya, başım dönmeye başladı; bayılacak gibi hissediyordum… gözlerimi kapadım…onun yüzüne bakmaya korkuyordum artık… ağzını açtığında, söyleyeceği şeyi biliyordum sanki… yine kulaklarımı tıkadım… ama duyuyordum ne dediğini… bağırıyordu... duymamak mümkün değildi... bu ses, sanki içimden yükseliyor, beynimin kıvrımlarından geçip ağzımdan çıkıyor, kulaklarımı titretiyordu.
-Selim öldü! O’nu sen öldürdün! O öldü... Onu öldürdüm… Selim’i ben öldürdüm!
Bağıran bendim. Salonun ortasında yerde büzülmüş, ellerim kulaklarımda haykırırken buldum kendimi. Tek başınaydım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BadboyTrSitemize Hoş Geldiniz Bol Eğlenceler

Yönetici
Yönetici
BadboyTr
¦ÜYENİN BİLGİLERݦ
Cinsiyet: Erkek
Yaş : 31
Nerden : Bandırma
Kayıt tarihi : 13/01/09
Mesaj Sayısı : 443
Rep Puanı: 1443
ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] Vide
http://turkce-alem.eniyiforum.net
MesajKonu: Geri: ZİYARETÇİ [Mc_StyleT] ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] EmptyPtsi Mart 09, 2009 11:23 pm

vava buda uzunmuş saol Very Happy
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
W3L!5@Sitemize Hoş Geldiniz Bol Eğlenceler
ModeratörModeratör
W3L!5@
¦ÜYENİN BİLGİLERݦ
Cinsiyet: Kadın
Yaş : 30
Nerden : bulutların üstünden
Kayıt tarihi : 21/02/09
Mesaj Sayısı : 223
Rep Puanı: 1223
ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] Vide
MesajKonu: Geri: ZİYARETÇİ [Mc_StyleT] ZİYARETÇİ  [Mc_StyleT] EmptyCuma Ağus. 14, 2009 10:13 pm

saolasnn:)SmileSmile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ZİYARETÇİ [Mc_StyleT]

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Turkce-Alem :: Konu Dışı :: Öyküler -
Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar